“Bir adada, tek katlı yapıların arasında, bir bahçenin avlusunda bir başımaydım. Hemen yanımda ahşap bir sandalye, başımın üzerinde ise sallanan bir urgan vardı. Urgandan bir şeyler damlıyordu enseme. Sanırım yağdı. Urganı üç direğe bağlamışlardı. Ben bu üç ahşap direğin orta yerinde bir başıma bekliyordum.
Bahçeye bir yol açılıyordu. Anlam veremediğim birtakım sesler geliyordu bahçenin değişik yerlerinden. Bir koşuşturma vardı ama sebebini anlamış değildim henüz. Beyaz elbiseli, elleri arkasında bir adam, orta yerde, önde yürüyordu. Hasta gibiydi. Yorgunluğu çok belliydi. Sağında ve solunda iki dik adam daha vardı. Bana doğru geliyorlardı. Yaklaştılar. Beyaz elbiseli adamın yakasına iliştirilmiş bir yafta vardı. “TCK 146/1 maddesine göre idam cezasına çarptırılmasına karar verilmiştir” diye bitiyordu yaftanın sonu. İyice yaklaştılar. Beyaz elbiseli adamı o an tanıdım. Başbakan Adnan Menderes’ti. Sert duruşlu adamlardan biri beni göstererek beyaz elbiseli yorgun adama şöyle dedi: “Çık şunun üzerine!” O da ahşap sandalyeye basarak benim üzerime çıktı. Üzerime iki çift rugan ayakkabı değiyordu.
Menderes’in boynuna urganı geçirdiler. Bu sırada bir adamda suçlama metni gibi bir şeyler okudu. Sert mizaçlı adam bağıra bağıra metni okurken, Menderes de içinden başka bir şeyler okuyordu. Okunan metinler bitince, hemen arkamdaki adam bana sert bir tekme attı. Tekmenin etkisiyle yere kapaklandım. Omuzlarıma aldığım beyaz elbiseli adam ise bedenini urgana iliştirip, ruhunu alıp gitti…
Bana atılan tekmeyi izlemeye gelen yüzleri gergin adamların gerginliği, sanki yediğim tekmeyle gitmişti. Biri yaklaştı ve bedeni urgana asılı beyaz elbiseli adamın ayakkabılarına baktı. Rugan ayakkabıları göstererek “Bu ayakkabılar benim olacak” dedi. Garip ama ganimet paylaşımı erken başlamıştı. Ben tekmeden sonra yerden kalkamadım. Kaldıran da olmadı. O gün olup bitenler işte böyleydi… Ben severim ve omuzlarıma alırım. Sevdiğimin idamı için beni sehpa yapar birileri her zaman. Üç direğin ortasına koyup yağlı urganın altında bekletirler.
Sevdiğin adamı omzuna al derler. Sonra büyük bir öfkeyle bana tekme atıp sevdiğimi gözlerimin önünde idam ederler. “Vurmayın!” diye haykırır, “Beni sevdiğime idam sehpası etmeyin” diye kendimi yerden yere atarım. Omuzlarımda duran adamı yere kapaklansam bile omuzlarımda tutarım.”
Bu millet,böyle bir gerçeği yaşadı ve adeta bu şekilde anlattı yaşadıklarını. Bugün de aynı oyunları sahnelemeye çalışan gölge mihraklara fırsat vermeme adına ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Bugün tekmeyi millete atıp adeta yağlı urgana asılmak istenen kişi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. Darağacı, önce algılarla oynanarak toplum nazarında kuruluyor. Hokkabazların eliyle hileli kalemlerse yaftalar yazıyor ve ardından Tayyip Erdoğan’ın yakasına iliştiriliyor, idama mahkûm ediyorlar. Tekmeyi topluma atıp, bu milletin vicdanı olan Erdoğan’ı darağacında infaz ediyorlar. Oynanmak istenen büyük oyun bu! Oysa sen göçmemelisin kıymetli kardeşim! Yıldırılan bir dünyanın yılgın göçebesi olmamalısın.Yorulunca duran, pes eden bir kavmin sağır müezzini, kör bıçakların altına yatınca kardeşleri, bıçağın keskin ağzı olmamalısın. Tabular yapmamalı, tabular için afyon kullandırmamalısın. Kullanmamalı, kullananlardan da olmamalısın. Çamur, su veya toprak olmalısın ama çamura düşen eşek olmamalısın. Ferhat olmalı, Şirin olmalı, delik deşik bir dağ olmalısın ama Ferhat’ı ve Şirin’i bilmeyen cahil cüheladan olmamalısın. Göstermeli ve seslenmeli, görünmeli ve nida olmalısın ama kör ve sağır olmamalısın. Korkmamalı, sararıp solmamalısın. Dürülmeden, dağılmadan durmalısın. Ne bayılmalı, ne uyumalısın. Dipdiri bir aksan ile hakkı söylemelisin. Duyarsız hale getirilmek isteniyorsun ki tüm insaf ve izanınla duyarlı olmalı, öyle kalmalısın. Çünkü öyle bir zamandan geçiyoruz ki, cemiyetin damarlarına onu uyuşturan bir efsun zerk ediliyor gün be gün. Bu oyunu bozmanın başka bir çaresi yoktur.
Her gün sanki Amerika’yı yeniden keşfediyormuş gibi heyecanla ortaya atılan yalan haberler bütün bir toplumu peşinden sürüklüyor. Tek başına bir ismin bile çokça mana ifade ettiği bir dönemden geçiyoruz. “Tayyip Erdoğan”,bir motto haline gelmiştir artık. Toplumun vicdanını temsil eden bu özel isim, hem toplumsal bir kavramı bünyesine emanetçi olarak almış, hem de kendini bu toplumun vicdanına emanet olarak bırakmıştır. Bu milletin vicdanı olan Tayyip Erdoğan,milletinin vicdanına emanet olarak bırakılmıştır, yani aynı zamanda bu millete emanetçidir. Emanete hıyanet etmemiştir o. Kendisine nefret ile çığıran çılgısız zümrelere karşı nefretle değil, akıllıca ve ıslahatla yaklaşmıştır. Toplumsal değerlerin her birini dejenere ederek, bozarak, içini boşaltarak ve yerlerine saldırgan içerikler ikame ederek tüm dinamiklerimizi yerle yeksan etmeye çalışanlara karşı medeniyet algısının köklerini güçlendiren değer yargılarımızın kılcal uçlarını duyarlı hale getirerek bu milletin ferasetine güvenmiştir. İlk defa seçimle cumhurbaşkanını seçecek olan bu milletin beş duyu organına ciddi manipülasyonlar yapıldı, dahası da gelecektir. Değişimin sancılarıdır bunlar esasen. Ruh dünyası değişen, akıl ekolojisi yeniden şekle giren ve gönül evreni irem bağlarıyla yeniden şenlenen bir topluma hicretimiz var bugün. Bizler böyle bir hicrete teşebbüs ederken, değişime direnen Züraka’lar ise peşimize çoktan düşmüştür. Bir Züraka çamura batmış, başka bir tanesi yola çıkarılmıştır. Toplumsal bu yolculuğumuzun öncüsü olan Tayyip Erdoğan ise hedef noktaya konulmuş durumdadır. 10 yılı aşkındır devam eden istikrardan rahatsız zümreler, siyasî tuzaklar kuran sözüm ona politik avcılarsa önümüzdeki siyasî süreçte sahnelenecek oyunun baş aktörleri olacaktırlar. Onlar sosyal mühendislik alanında profesör olabilirler, ancak Allah’tan daha mahir olamazlar, amenna. Onlar oyunlar kurgulayabilirler bu millet için, ancak Allah’ın da onlar için oyunlar kurduğunu biliyoruz; bundan kaçamaz, kurtulamazlar.
Hani Üstad diyor ya,
“Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır?
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır.
Aşk celladından ne çıkar, madem ki yar vardır?
Yoktan da, vardan da ötede bir Var vardır.
Hep suç bende değil, beni yakıp yıkan bir nazar vardır.
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır.
Sakın ‘Kader’ deme, kaderin üstünde bir kader vardır.
Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır.
Yanmışsam,külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır.
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır.
Senden ümit kesmem, kalbinde ‘Merhamet’ adlı bir çınar vardır
Sevgili,
En sevgili,
Ey sevgili!..”
Böylesine bir şuur ile mesafelere, mesafelerle mesafelendirilmişlere seslenmek gerek bir kez daha… Fütursuzca sabrın hudutlarını zorlayan, tahrik ve provoke eden, ahlak ve hak adına hattımıza tecavüzü kendine vazife bilen şirazesi kaçkınlardan bu milleti Rabbim korusun. Sırasıyla, adım adım, soluk soluk, aşama aşama bir bayram yerinde bizi, bu milleti bekleyen müjdeli bir sabaha doğru yol alıyoruz. Adil bir düzen, kalkınan bir toplum, selamete eren nesiller, müreffeh bir ülke, nizam ve intizamla doğan bir güneşin ısıttığı toprağın hakkını verenlere şahitlik edeceğiz.
Çok değil, az kaldı…
İnsan hakkı, hukuk düzeni, demokrasi bilinci, din ve vicdan özgürlüğü, millî ve manevî değerlerin korunduğu ve aydınlık zihinlerle geleceğin inşa edildiği bir ülke için yol alıyoruz. Rabbim, yelkeninde rüzgârını eksik etmesin bu milletin.
Haberajanda dergisi 2014
Yazan: Dr. Muhammed İkbal BAKIRCI