Gençlik…
Zaman bendedir ve mekan bana emanettir şuurunu en ufak bir biçimde anlayamamış bir gençlik…
Devlet ve milletinin asırlar geçen hayatından herhangi bir dönemini dahi ne aşktan, ne vecd, ne fetih ve ne de hakimiyetinden haber olan, kendini harem romantizmine sıkıştırıp, batıca tütsülenmiş haram arabeskine taklitçi kalmış, İstanbul’un fethini bile Hristiyan bir macarın mahareti sanan, kendinde ilmi ve ahlaki tüm değerleri boş laftan öteye gitmeyen, faydasız cefa olarak akletmiş, ruh dünyasını şarhoş, üfürükten kof bir mekana sıkıştırmakla batılı sanatkarların çizdiği ufku, kendine ufuk bellemiş bir gençlik…
Gökleri çökertmek şöyle dursun, benliğini, enaniyetini göğe diklenmek için cesaret noktası bilen, cemiyeti ve mukaddes emaneti umursamayacak kadar ona yabancı bir gençlik…
Dinine heyecansız, diline küçümser, ilmine kafi, ırzına sıradan, evine umumi gözle bakan, kavgasız, dertsiz, tasasız bir gözle aynadaki yüzüne bakakalan hülyalı bir gençlik….
Ne halktan anlayan ne hakka inanan, meclisinin ve mescidinin duvarlarına bakmaktan ziyade, çektirdiği fotoğraflarla sosyal medyada krallığını ilan eden, hakimiyeti bu sanal alemin hakkına pay eden, gerçeği ve adaleti bir türlü algılayamayan, algılarını ise gerçek sanan, sosyal medyada twit köleliği ile öz hakkına hizmet etmekten öteye gidemeyen bir gençlik…
Emekçiye, ‘’ çalışsaydın, çalsaydın, uyanık olsaydın, boş kürek çekip duruyorsun. Senin hakkını ben mi koruyacağım, başının çaresine aklın varsa bakarsın’’ diyecek kadar emeğe duyarsız, ahlaksızlığı muteberleştirmeye açık; Kapitaliste ise ‘’ işte aklı olan böyle yapar, takdir ettim. Kariyer planlamanı akıllıca yapmışsın’’ diyecek Allah’ın buyruğundan ve Resul ölçüsünden uzak, kalbinin ve kasasının içine almaktan ziyade bundan köşe bucak kaçarak şeytanın aklıyla akıllanan, rekabete giren bir gençlik… Ne kökü ezelde, ne dalı ebedde bir sistem bilmeyen, irfanı dumandan, idraki taştan bir gençlik…
Asırlardır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranından kurtulamayan, kurtuluş için ise doğu ilmine sarılan batı dünyasını şevkle takip eden, örnek alıp kendi buhranını kendi eliyle inşaa eden bir gençlik… O mübarek oluş sırrını çözmek için kafa patlatacak vakti dahi olmayan, her sistemi deneyip, her mezhebi birbirine düşürecek kadar kutuplaşan, birçok hastalığa tutulup her birini kanıksamış, şifanın akılda olduğunu zanneden, hakiki devanın İslam’la elde edileceğine inanmamak adına direnen, cemiyyetin hastalıklarına çözüm de bulamayan, her an ateş alan, her ateşle küle dönen bir gençlik…
Kim var diye seslenince, bir adım geri atıp, sağına ve soluna bakınan, ‘’ben varım’’ demek yerine mesuliyeti başkalarında arayan, ‘’bu kadar insanın olduğu yerde, bana ne gerek var’’ diyecek kadar davasında fedakarlık yerine karlılığı arayıcı bir gençlik…
Can taşıma bencilliği ile, can vermek için sebepsiz kalan, bireysellik namına minnetsiz olan, gözü kara her ferdi enayilik yaftası ile suçlayıp, kurnazlığı strateji ve taktik sanan bir gençlik…
Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskinlerin mazide kaldığı, sap samanı birbirine karıştıran bir gençlik…
Bugün üniversitesi komikleşen, profesörü lafazan, örnek alınacak hali kalmamış, ders kitabından uygulama çıkaramamış, şehrin yerini kent ruhunun aldığı, sokakları zevk ve dünyevi neşeden öteye gidemeyen, kitle iletişim olmaktan ziyade toplumları aldatan ve modüle eden, kandıran gazetelerle, şaşkın aileler, kendisine bile faydası olmayan cemiyet müesseselerinden fayda görememiş, zehri şerbet sanan, duyarlılığı kaybolmuş bir gençlik…
Öz talim ve terbiyesine ne verilirse alan, telkin ve telbiyesine sahip çıkacak kimsesi ise kalmamış, nefsine rehber edindiği tek gözü kör, bir ayağı topal şeytanlara emanet edilmiş, tek başına titreyen ottan farksız ve hiç bir çetin savaşa girmeyecek kadar kaçak, korkak bir gençlik…
Annesi, babası, ninesi ve dedesi içinde olsa gelmiş geçmiş bütün eski nesillerden hiçbirinden haberi olmayan, Müslümanlıkla batılı markasını birbirinden ayırmasını bilemeyen, hiçbir felaket sonrası öz eleştiri yapabilecek tefekkür derinliğine sahip olmamış bir gençlik…
Bu gençliği karşımda görüyorum. Mayası bozulsun diye yıllardır uğraşan batılı akrobatların, şato efendilerinin viski kokan kazaklarını giyinen, palyaçolarla kavga ede ede yorulduğum bu devrin tanıkları karşısında ben de başımı secdeye koyup beterin beteri var diye Rabbime şükredeceğim….
Genç adam!
Bundan böyle senden beklediğim, fazla birşey yok. Maneviyatını, davanı, bilmenden gayrı ne beklerim ki…
Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! .. diyen üstad Necip Fazıl’dan bugüne çok şey değişti. O gün ki beklentiyle bugünün hüsranı arasında biz ne zaman boşladık bu gençliği diye sorasım var.
Böylesine bir başıboşluk içinde, yönsüzlük içinde koşan, keşmekeşine müptela bir gençlikle, hangi yüz yıllık sıçramayı düşleriz, sorasım var.
Rabbim hafızasını hıfz edecek, imanını kandillerin en şereflisi edinip yolunu sıratı müstakımden ayırmayan bir nesli ikram etsin bu millete…
Ne de olsa;
Yol onun varlık onun…Gerisi hep angarya… Yüz üstü çok süründün, ayağa kalk sakarya…
Dr. Muhammed İkbal Bakırcı