Yakın tarihimize bakıyorum da ne badireler atlatmışız. Ne çok bariyerler kurulmuş, aşmışız. Ne çok hendekler kazılmış, geçmişiz. Birçok pusuyu az biraz hasarla, yarayla savmışız. Sormaz mı insan, ‘’bu meşakkatli mazinin ve mücadele dolu bu kaderin sebebi ne?’’ diye… Bu ülkeyi bu kadar önemli kılan nedir? Var elbet bir sebep… Sebep hakkında uzun uzun hasbihal edebiliriz ancak anlatmak istediğim mevzu başka.
Kendi başımıza bırakılamayacak kadar önemli bir coğrafyadayız vesselam. Bizi rahat bırakmaz eloğlu. Az biraz kanatlanıp uçmaya başlayınca sapanlarıyla taş atıp kanadımızdan yaralamayı denerler. Bir süre yaramıza merhem arar, buluruz. İyileşir, toparlanırız. Tam o sırada hainler tekrar ortaya çıkar, bir daha yara alırız… İyileş, yara al, iyileş yara al… Böyle geçip gider yüzyıllar…
2000’li yıllara henüz girmiştik. Hatırlayın, dibi görmüştü o günlerde bu devlet. Devlet, kendi memuruna maaş veremez bir hale gelmişti. Başbakanımız hastaneden çıkamıyor, hükümet hükmedemiyordu. Hasta adam olan devletimiz adeta yatağa düşmüştü. Birkaç kuruş için yabancı devletlere el açıp dilenecek kadar takati kalmamış bir idare vardı. Yatırım, çılgın proje, girişimci devlet… bunlar birer hayaldi. Vatandaş bağrına taş basıp, kıt kanaat idare etmenin yollarını bulmuş olduysa da sabır taşı çatlamıştı artık…
Dindar toplum, din üzerinden baskı altındaydı… Kürt kökenli olmak her şekilde ikinci sınıf muamelesi görmeniz için bir sebep olabiliyordu çoğu zaman. Ahlaki eğitim geri planda tutuluyor, televole gençliği üretilmek isteniyordu. Batı hayranlığı aşılanıyor, batılı şövalyelerin yerli kalemleri her gün bir algı oyunu oynayarak toplumsal hafızaya manipulatif girişimlerde bulunuyordu. Tapınak hizmetkarları fink atıyordu bu topraklarda. Millet mi? Onu hiç sormayın… Yok oluyordu değerler sistemimiz…
Ve bir gün, şiir okuyan biri, tıpkı diğerleri gibi tutuklandı. Başarılı bir siyasetçi, toplumun bazı kesimlerince benimsenmiş bir kimlikti bu defa içeri attıkları. Ne bilsin bu zindan hayatı onun millete adanmış kaderinin dönüm noktası olacağını. O, zindan duvarlarının arkasında tefekküre dalmışken sokaklar onu konuşuyordu. Yeni bir liderin ortaya çıktığı dedikodusu almış başını gidiyordu. Tam da o günlerde, birileri ona garip tekliflerle gelmişti. O red etmişti. Birileri ona cazip tekliflerle gelmiş, ahlaki alt yapısı buna müsaade etmemiş, red etmişti. Birileri ona muhtar bile olamazsın demişti. O her işittiği hakaret sonrası biraz daha keskinleşmişti. Ateşi görünce allanan çelik gibiydi…
Bu ülkenin yeni bir güne doğuşu, uyanışı, basübadelmevti, şiir okuduğu için tutuklanan, bir liderin eliyle olmuştu. Makus talih değişiyordu. Harf harf, kelime kelime, cümle cümle, sayfa sayfa yazılan bu ülkenin kaderi 10 yılı aşkın hayret verici bir şekilde başarılarla dolup taşıyordu. Dünya şaşkındı. ‘’Ne oldu da bu kadar hızlı gelişti Türkiye ? ’’, kulislerde en çok sorulan soruydu bu. Aslında işin sırrı devam eden istikrar, engellenen para baronları ve millete hizmet için var gücüyle çalışan azimli insanlardı…
Tüm bu başarı yüzlerce tuzak ve tehdit altında gerçekleşmişti. En son 17-25 Aralık paralel kumpas denendi. Başarısız oldu. Etrafa yaydığı pis koku sayesinde diğer siyasi partiler ve liderlerine kullanabilecekleri malzeme üretmişti sadece. Ne denedilerse boşa çıkıyordu. Karavana… Tapınak hizmetkarları ne attıysa karavanaydı… Güneşi balçıkla sıvamayı denediler. Şükran duygusu ve vefası güçlü olan bu milleti aldatmak için denedikleri hiçbir büyü tesir etmiyordu. Çıldırıyorlar hala…
Bugün öyle bir noktadayız ki; ellerinde ülkemizi ateşe sürüklemek dışında başka bir argüman kalmadı. Terör, şiddet, anarşi… Bunu da denemeleri gerekliydi, denediler. Yoksa tüm ihanet şebekeleri tükenecek, iyi biliyorlar. Gözleri o denli kararmış bir mihrakla mücadele ediyoruz ki elinden geleni ardına koymuyor. Yerli ve uluslar arası tüm silahlarını çıkarmış durumda. Pandoranın kutusunu açtık sanki… Tüm şeytanlık ve kötülükleri üzerimize saldıkları aşikar.
İstediklerini yapmıyoruz. Milli menfaatlerimiz neyi gerektiriyorsa onu yapıyoruz. Bütün suçumuz bu…
Onlar her türlü hile, yalan ve ahlaksız oyunlar deneyerek saldırırken bu millet demokratik bir yol olan siyasi tavrını ortaya koyarak ve sandıklara sahip çıkarak, hak gördüğü ne ise onun hakkını vererek savunuyor ülkesini. Güvenlik güçlerimizin verdiği her şehit milletimizin onurlu duruşunu daha belirginleştiriyor. İstiklalin hiç de kolay kazanılmadığını bilen bu millet, korunmasının da kolay olmadığını görüyor.
Sandık önümüzde… Tercih bu vatanın istiklali olacaktır. Tercih bu milletin istikbali olacaktır. Görünen o ki tapınak hizmetkarları ne kadar büyük bir iştahla saldırırsa saldırsın, istiklalimiz, istikbalimiz ve istikrarımız galebe çalacak bir kez daha…
Ak Parti, bu ülkenin makul talihine dur diyecek milli bir siyasi harekettir. Demokratik her türlü hakkı vatandaşlarına verebilecek kadar özgürlükçü, vatanın her karışı için ter türlü tedbiri alacak kadar, yedi düvele meydan okuyacak kadar vatanperver bir duruş olmuştur. Birlik ve beraberlik adına ortak bir kimlik olmuştur. Ak Partinin kaderi ülkemizin kaderi ile birdir.
Sözü uzatmadan son cümle olarak; bir kez daha ifade etmek isterim ki;
İstediklerini yapmıyoruz. Milli menfaatlerimiz neyi gerektiriyorsa onu yapıyoruz. Bütün suçumuz bu…
Pandoranın kutusu bu nedenle açıldı…
Yazan: Dr. Muhammed İkbal BAKIRCI