Sahipsiz Yarınlar
İnancın, medeniyetin dokusundaki payı inkâr edilerek, yerine kâr ikâme edildiğinde; gidişat, varoş kültürünün sahipsiz çocuklarının çoğalışından başka bir yere doğru olmayacaktır.
Söze böyle başlamak istemezdim ama hakikat bu…
Yönsüzlük içinde bir koşu… Yada siz buna uçurumun kenarında körün kayboluşu deyiverin. Başkaları buna ‘’yangın yerinde kazanıyorum hezeyanı’’ desin. Hikmetin, gömüldüğü bir cenaze merasimi gibi sefaletin tufan olup bütün bir cemiyeti tarumar ettiği vahşi bir afettir; sahipsiz çocukların çoğalıyor olduğu bir dünyada yaşamak…
‘’Benim bir ailem yok’’ diyen çocuklar…
‘’benim senin gibi bir annem yok’’ diyenler,
‘’Benim senin gibi bir babam yok’’ diyenler…
‘’ ben tek yaşıyorum, böyle daha iyi’’ diyenler…
o kadar çok örnek verebilirim ki… Hemen her gün bu ve benzeri ifadeler arttıkça artıyor…
Beyler ve hanımefendiler; çocuk dediğinin bir sahibi olmalıdır…
Geleceğe sahip çıkmak, bugünü kurtarmaktan çok daha fazla önem arz eder. Batılı eksende yer alan düşünce sistemlerinin insanlığı ittiği uçurumlardaki en temel karakteristik öge ‘’yalnızlıktır’’. Yalnızlık zindanına terk edilmiş çocuklarımız var olduğu sürece, cemiyet ve cemiyeti ayakta tutan değer yargılarımızı ve yön bilincimizi yitiririz. Adeta alevde eriyen cam gibi, canı çekilen bir istikbali hazırlarız kendi elimizle.
‘’Şu sokaklardaki kuş sesleri neden kesildi’’ diye sorgulamadığımızda, bunu umursamadığımızda; yaşam, nakkaşın elinde mazide anlam kazandığı işlemelerini bugün kaybediverir. Büyük kentlerin cazibesiyle çektiği taşralı insanların eritilişlerinin öyküsünü yazıyoruz saniye saniye. İnsanın, insanlığını terk edip vahşi koşullara göre kendini yeniden doğurduğu ruhsal ve bedenen kara bir hastalığa yakalanmışız. ‘’Daha çok kazanma arzusu’’ diye sözüm ona sanki kazanıyormuş algısının zehir olarak zerk edilmesi, insanımızı odak kaybına uğratıyor maalesef.
Farkındalık, uyanıklık, gaflete karşı bilinç… Bilincin gaflet hali… Bilinç, Şuur… Algıda seçicilik, algıda karmaşa, puslu görüş yada pusuya yatan görüş…
Geçtiğimiz günlerde bir kardeşimle kısa bir tartışma yaşadım. Benim ifadelerim, ona göre ‘’hamaset’’ ti. Ona şunu söyledim; ‘’ hamaset değil güzel kardeşim, hassasiyettir bu. Hassasiyet ise haysiyetin olmazsa olmazıdır.’’
Pardon, biz hangi gün haysiyetimiz için yaşattığımız hassasiyetlerimizi, hamaset olarak görmeye başladık…
Çocuklarımız veya istikbalimiz, tehdit altındadır. İhmal edilmişlikten terk edilmişliğe uzanan bir süreçte yaşam mücadelesi veren bu çocuklarımızın yalnızlığı, yabancılaşmaya dönüştüğünde birer suç makinesi haline gelmektedir. İşte o gün, ‘’sen bozdun, gel sen düzelt’’ diyebilecek miyiz… Yük ve mesuliyet, fert fert her bir insanımızın omuzlarındadır… Bu tehlike her insanımız için tehlikedir; yarınlarımız için büyük bir tehdittir.
Yarınından endişe etmeyenler, sabah gözlerini açınca asıl kabusuna uyanır ve geceler kötülük için biçilmiş kaftandır, kötüler daima ayıktır, ayaktadır…